9 Mayıs Avrupa Günü Etkinlikleri

7-8 Mayıs 2015 tarihlerinde Dr. İbrahim Üzümcü Konferans Salonu'nda gerçekleşen etkinlikte yurtiçinden ve yurtdışından gelen konuşmacılar arasında akademisyenler, siyasetçiler ve bürokratlar da yer aldı. Programın başlangıcında Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik Bölümü Başkanı Doç. Hyun Sook Tekin ve Mimar Sinan Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Elif Tarakçı Akyar'ın dinletileri yer aldı. 

 Marmara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. M. Emin Arat, Avrupa Günü dolayısıyla düzenlenen toplantının açılış konuşmasını gerçekleştirdi.

 Prof. Dr. Arat'ın açılış konuşması:

Sayın Müsteşarım, 

Saygı değer öğretim üyeleri,

Sayın misafirler,

Değerli basın mensupları,

Sevgili öğrenciler.

Avrupa Birliği Enstitü’nün, her yıl olduğu gibi bu yılda “9 Mayıs Avrupa Günü” münasebetiyle iç ve dış paydaşlarla birlikte düzenlediği “Kültürlerarası Etkileşim ve Göç Çerçevesinde Avrupa Birliği ve Türkiye-Almanya İlişkileri” konulu uluslararası konferansa hoş geldiniz. Bu vesileyle sizleri en kalbi duygularla selamlıyor ve üniversitemizde ağırlamaktan büyük mutluluk duyuyorum.

Avrupa Birliği, günümüzde dünya geneline yayılmış olan çok sayıdaki bölgesel entegrasyon hareketleri içinde en gelişmiş olanıdır. Avrupa Birliği, salt ekonomik ilişkilerle sınırlı olmayıp, üye ülkeler arasında tek pazarın oluştuğu, halkların birlikte yaşamasının hukuki çerçevesini oluşturan Avrupa müktesebatının uygulandığı ve bu bağlamda üye ülkeler arasında sınırların de facto önemini yitirdiği bir büyük projedir. Yine Avrupa Birliği,  sonuçlarının tüm dünyada radikal değişikliklere neden olan iki büyük savaşın çıktığı bir kıtada barışın inşa edilmesi bakımından ayrı bir öneme sahiptir. 

Avrupa Kıtası’nda birlik fikri, ilk kez İkinci Dünya Savaşı sonrasında, 1952 yılında kurulan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu ile somutlaşmış ve daha sonra, 1958 yılında kurulan “Avrupa Ekonomik Topluluğu” ve “Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu”  ile yeni bir ivme kazanmıştır. 1960’ların ortasında bu üç topluluk bir çatı altında birleşmiş ve “Avrupa Toplulukları” adını almıştır. Topluluk, daha sonraki dönemde gelişme sürecini devam ettirmiş ve 1990’ların başında ortak pazarı gerçekleştirmiştir. Bunun sonucudur ki, üye ülkeler arasındaki ilişkilerin daha sıkılaşmasının bir ifadesi olarak, 1992 yılından itibaren “Avrupa Birliği” adını almıştır. 2002’de bir adım daha ileri giderek, üye ülkelerin bir bölümünde ortak para birimi uygulamasını başlatmıştır.

Sonuç olarak; 1950’lerin başında altı üye ülkeyle temelleri atılan AB, bugün 28 üyesiyle kıtanın geneline yayılmış, yarım milyar insanı kapsayan bir birlikte yaşam projesidir. Bir başka ifadeyle, yüzyıllarca birbirleriyle savaşan halkların bir arada yaşamalarına yönelik somut adımların atılmasında Avrupa Birliği ile bir ilk gerçekleşmiştir. Böylece yüzyıllardan beri Avrupa halklarının kıtada barışın tesisine ilişkin düşüncelerinin gerçekleşmekte olduğunu görmekte ve bundan büyük mutluluk duymaktayız.

Avrupa Birliği de bugün geldiği noktada bir çok kurumsal sorunla mücadele etmek durumundadır. Bunun doğal bir süreç olduğunu düşünüyorum. Üye devletlerin ulusal çıkarları ile Birliğin uluslar üstü yapılanması arasında uyum sağlanması kolay olmamaktadır. Dolayısıyla Avrupa Birliği’nde işler her zaman yolunda gitmemekte ve bazen üye devletler arasında Birliğin kurumsal yapılanmasına ilişkin temel konularda ciddi tartışmalar olmaktadır. Her ne kadar çeşitli sorunlarla yüzleşse de Avrupa Birliği, Avrupa Kıtası’nı kapsayan bir proje olarak, çevresindeki ülkeler için bir çekim merkezidir. Benzer durum Türkiye için de geçerlidir. 

Türkiye Cumhuriyeti, her iki dünya savaşından doğrudan etkilenmiş bir ülke olarak Avrupa’daki bu birleşme yönünde atılan adımları başlangıcından itibaren yakından izlemiş ve sürecin içinde olmak için somut adımlar atmıştır. Bu amaçla, kuruluşundan kısa bir süre sonra, 1959’da, Avrupa Ekonomik Topluluğu’na dahil olmak için resmi başvuruda bulunmuştur. 

Neticede, Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük projelerinden biri olan Avrupa Birliği’ne katılım süreci yarım yüzyılı aşmış ve bugün gelinen noktada taraflar arasında üyelik müzakereleri devam etmektedir. Türkiye Cumhuriyeti, genelde ekonomik ve güvenlik konularında işbirliği amacıyla kurulan çeşitli bölgesel entegrasyon hareketlerinin kurucu üyeleri yer almakta ve hızlı bir iktisadi gelişme gösteren ülke konumundadır. Ancak Avrupa Birliği, çok boyutlu ve sıkı işbirliğini öngören bir proje olması ve dünyada refah düzeyinin en yüksek olduğu, demokrasi ve insan hakları gibi temel evrensel kavramların en iyi uygulandığı bir alan olması nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti için ayrı bir öneme sahiptir.   

Hiç şüphesiz Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği sürecinin başarıyla sürdürülebilmesi, bu projenin toplumsal olarak benimsenmesiyle yakından ilgilidir. Bu nedenle, hükümetimizin göstereceği siyasi iradenin yanı sıra kamu ve özel olmak üzere ülkenin tüm kurum ve kuruluşlarına da önemli sorumluluklar yüklemektedir.  

Marmara Üniversitesi, bu sorumluluk bilinciyle Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği sürecine katkı sağlamak amacıyla Türk üniversiteleri arasında ilk akademik birim olma özelliğine sahip Avrupa Birliği Enstitüsü’nü kurmuştur. Bu vesileyle Kurucu Rektörümüz Sayın Prof. Dr. Orhan Oğuz ile şu anda aramızda bulunan enstitünün Kurucu Müdürü Sayın Prof. Dr. Halûk Kabaalioğlu’na teşekkürlerimi sunuyorum.  

Sayın Müsteşarım, Sayın Konuklar,

Marmara üniversitesi, Türkiye’nin en önde gelen üniversiteleri arasında yer almaktadır. Lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin sayısı şu anda 80 bine doğru hızla yaklaşmaktadır. Akademik ve idari personeliyle birlikte yaklaşık 5000 civarında çalışanı mevcut olup, İstanbul’un her iki yakasına dağılmış 16 kampüste eğitim vermektedir. 16 fakültesi, 10 yüksekokulu, 11 enstitüsü, 20 merkezi bulunan üniversitemizde Türkçe’nin yanı sıra, İngilizce, Almanca, Fransızca ve Arapça dillerinde eğitim veren bölümlerimiz de bulunmaktadır. Bundan dolayı dünyanın her yerinden olduğu gibi Almanya’dan özellikle Erasmus programları kapsamında öğrenciler gelmektedir. Bunlar arasında, Türk asıllı Alman vatandaşı öğrenciler de bulunmaktadır. Bu sayıyı artırmak için özel bir çaba gösterdiğimizi de ayrıca belirtmek isterim. 

Üniversitelerin görevinin salt eğitimle sınırlı olmadığını,  bir önemli görevinin de araştırmalar yapmak ve sonuçlarını ulusal ya da uluslarüstü düzeyde insanlığın hizmetine sunmak olduğu hepinizin malumudur. Bu bağlamda Avrupa Birliği Enstitüsü’nün çalışmalarına büyük önem atfediyorum. Enstitü’nün, Türkiye ile Avrupa Birliği arasında devam etmekte olan müzakereler esnasında önemli görevler yerine getirdiğini düşünüyorum. Şüphesiz, AB üyesi olmak, salt bir anlaşma yapmaktan ibaret değil. AB üyeliği her şeyden önce Avrupa halklarının birlikte yaşam projesidir. Hem AB’nin Türk kamuoyunda iyi anlaşılması için hem de Türkiye’nin Avrupa kamuoylarında iyi anlatılabilmesi için kalıcı ve geniş kapsamlı bir bilgilendirme faaliyetinin sürdürülmesi gerekmektedir. 

Biz de Marmara Üniversitesi olarak, üzerimize düşen görevleri en iyi şekilde yapmak için büyük bir gayret göstermekteyiz. Yeterli mi? Tabii ki hayır. Hiç şüphesiz daha yapılacak çok işimiz var. 

Burada önemli gördüğüm bir hususa dikkatinizi çekmek isterim. AB üyeliği için bir temel kural var. Yani AB’ye üyelik için sadece Avrupa ülkeleri başvurabilirler. 

Türkiye, 1959 yılında AB’ye ilk başvuruyu yaptığında, bir Avrupa ülkesi olduğu için üyelik başvurusu kabul edildi. 1963 yılında taraflar arasında anlaşmanın imzalandığı törende konuşan Komisyon Başkanı da bir Alman’dı. Prof. Walter Hallstein “Türkiye, Avrupa’ya aittir. Yani Avrupa’nın bir parçasıdır. Türkiye’yi Avrupa ailesinin içinde görmekten çok mutluyum” demiş ve anlaşmayı Avrupa tarafı adına imzalamıştır. 

Bu hususu, bugün Türkiye’nin üyeliğine tarihi ve coğrafik gibi bir takım suni meseleler ileri sürerek karşı çıkanlara karşı, kamuoylarının bilgilendirilmesi bakımından önemli görüyorum. Ya da Türkiye’de uzun yıllar görev yapan bir Alman büyükelçinin dediği gibi, “Anadolu’nun tamamı Doğu Roma İmparatorluğu’nun izlerini taşımaktadır” gerçeğine rağmen, Türkiye’yi tarihsel ve kültürel olarak Avrupa’nın dışında göstermek, eğer kasıt yoksa, bir bilgi eksikliğinin sonucudur. 

Zaten az sonra gerçeleşecek oturumda; bugün aramızda görmekten büyük memnniyet duyduğum Avrupa Birliği Bakanlığı Müsteşarı Sayın Büyükelçi Rauf Engin Soysal, Türkiye-AB ilişkileri konulu oturumda bizleri bilgilendirecekler. Ayrıca, sayın büyükelçinin üniversitemizin bir mezunu olduğunu da hatırlatmaktan gurur duyuyorum.

Ayrıca, Türkiye’nin AB üyeliği sürecine katkı sağlamak için  üniversitemiz bünyesinde kurulan Türkiye-Almanya İlişkileri Merkezi’ni çok önemsediğimi ifade etmek istiyorum. Böyle bir merkezin Türk üniversiteleri içinde bir ilk olarak Marmara Üniversitesi’nde kurulduğunu ifade etmek isterim. Sebebi ise bir taraftan Almanya’nın Avrupa Birliği içindeki özgül ağırlığı yani AB’nin itici gücü konumunda olması ve Türkiye’nin üyeliği konusunda son sözü söyleyecek ülke olmasıdır. Diğer taraftan ise bu ülkede, Almanya’da yaşayan 3 milyon civarında Türk göçmenin varlığıdır. Bu büyük potansiyel, hiç şüphesiz ki, her iki arasındaki ilişkilere ayrı bir anlam yüklemektedir. 

Herkesin hemfikir olduğu husus ise, eğer Almanya Türkiye’nin AB üyeliği konusunda ikna edilirse, önemli bir yol kat edilmiş olacağını düşünüyorum. Burada hem bizlere, hem de bu ülkedeki Türk göçmenlere önemli görevler düşmektedir. Bu bağlamda Türkiye-Almanya İlişkileri Merkezi’nin konumu daha belirginleşiyor. Merkez’in özellikle Bremen Göçmenler ve Çok Kültürlü Araştırmalar Merkezi ile işbirliğini çok önemsediğimi özellikle ifade etmek istiyorum. Burada Bremen’deki Merkez’in Türklerin Alman toplumuna uyumu konusunda yaptığı önemli çalışmaları, bizzat yerinde görme fırsatım oldu. Bu vesileyle Merkez’in Başkanı Sayın Ali Eliş’i yürekten kutluyorum. Türk göçmenler uyum sorununda ne kadar başarılı olursa, yani başta Almanya olmak üzere Avrupa toplumlarıyla ne kadar kaynaşırlarsa, Türkiye’nin imajının o kadar iyi olacağına ve dolayısıyla Türkiye’nin AB üyeliği sürecine de o kadar olumlu etki yapacağını düşünüyorum.  

Fırsatlar sağlandığında, Almanya’daki Türk göçmenlerin de toplumsal yaşamda başarılı çalışmalar yaptıklarını büyük mutluluk duyuyoruz. Bu konferans kapsamında üniversitemizde ağırlayacağımız Baden Württemberg Uyum Bakanı Sayın İlkay Öney’in, göçmenlerin topluma uyumu konusunda gösterdiği büyük çabayı takdirle izliyoruz. Bu bağlamda, Bremen Uygulamalı Bilimler Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Muhlis Kenter’i, Bremen Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Hagen Lichtenberg ve Belçika Gent Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Marc Marescau’yu selamlıyor, hoş geldiniz, diyorum. 

Yine büyük bir mutlulukla takip konu ise, dünyanın önemli kültür merkezlerinde biri olan İstanbul’da bir göç müzesinin kurulması projesidir. Bunu çok önemsiyorum. Nesiller arasındaki bağların yaşatılması, bugün 3. ve 4. nesil Türk göçmenlerin geçmişini sorgulaması, anne-babasının ya da büyükbabası-büyükannesinin nereden ve nasıl geldiğini araştırmasından daha doğal ne olabilir ki? 

Benimde görme fırsatım olduğu, Bremerhaven’daki göç müzesinin, Istanbul’daki proje için iyi bir örnek olacqğını düşünüyorum. Bizleri aydınlatmak üzere bugün aramızda olan müzenin sayın temsilcisi Christoph Bongert hoş geldiniz, diyorum. 

Bu duygu ve düşüncelerle sizleri tekrar en içten sevgilerimle selamlıyor, beni dinlediğiniz için çok teşekkür ediyorum.

Toplantının açılış oturumunda AB Bakanlığı Müsteşarı Büyükelçi R. Engin Soysal'ın konuk olduğu bir özel oturum gerçekleştirildi. AB Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Muzaffer Dartan'ın başkanlığını üstlendiği oturumda Büyükelçi Soysal, Türkiye-AB ilişkilerindeki güncel meselelere değindi.

Avrupa Birliği Bakanlığı Müsteşarı Büyükelçi Rauf Engin Soysal’ın “Türkiye-AB İlişkilerinde Güncel Durum” konulu özel oturumdaki konuşmasının özeti:

Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkilerinde güncel duruma değişik açılardan bakmak mümkündür. Her bir bakış açısından hareketle de bazı sonuçlara varılabilir. Güncel duruma bakarken, her halükarda üzerinde durulması gereken bir boyut olarak “zaman” unsuru öne çıkmaktadır. Türkiye-AB ilişkilerinde çarpıcı olan, Türkiye’nin AB’ye üyelik yönündeki iradesinin konjonktürel değil kalıcı olmasıdır. Türkiye, Avrupa bütünleşme sürecinin başından itibaren AB’ye tam üyelik tercihini ortaya koymakta, gönüllü irade temelinde bu süreci yaşatmakta ve halen bu hedefi korumaktadır. Stratejik hedef olma özelliğini bu anlamda tanımlamak, başka bir deyimle “zaman” unsurunu dikkate alarak ilişkilerin güncel durumunu ve geleceğe yönelik değerlendirmesini yapmak önem taşımaktadır. “Zaman” unsuru ile beraber göz önünde tutulması gereken diğer bir boyut, Avrupa bütünleşme sürecinin “sui generis” ya da “nevi şahsına münhasır” niteliğidir. Siyaset bilimi literatüründe “kimliği tespit edilememiş siyasi nesne” olarak da tarif edildiği görülebilen AB, sürekli uyum, reform ve yeni antlaşma hazırlıkları içindedir. Bu devinim bazen kesintiye uğramakta, kriz dönemleri yaşanabilmekte, süreç düz bir çizgi olarak ilerlememektedir. Böyle bir genel çerçeve kapsamında, Türkiye’nin AB üyelik sürecinin aynı zamanda AB bütünleşme süreci ile birlikte ele alınmasının gerekliliği ve Avrupa Projesinin inşasının anlamı ve derinliği vurgulanmalıdır. Böyle bir bakış açısından yaklaşıldığında Türkiye-AB ilişkilerinde güncel duruma dair değerlendirmelerde dikkate alınabilecek hususlar altı genel başlık altında toplanabilir:

1. Avrupa Birliği Bakanlığı’nın bütün kamu kurum ve kuruluşları ile birlikte son 9 ay içerisindeki yoğun mesaisi neticesinde ortaya çıkan ve hepsi Bakanlar Kurulu’ndan geçmiş belgeler ile AB üyeliği stratejik hedefi doğrultusunda Türkiye adımlarını zamanlıca atmıştır.

2. AB bütünleşme süreci kronolojisiyle Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecindeki kronoloji birlikte değerlendirildiğinde, önemli kesişme noktaları ve ivme boyutları daha rahat görülebilir. Bu anlamda, 2015 yılı önemli bir yıldır. AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker’in yeni Komisyon için saptadığı öncelikler, Türkiye-AB birlikteliğinin inşa sürecinin ortak bir zemine yayılması olanaklarını belirlemektir. Türkiye, mevcut potansiyeli ve atılımlarıyla bu önceliklerin gerçekleştirilmesi yönünde şimdiden katma değer sağlamaktadır.

3. AB açısından Türkiye’ye yönelik bakışta ve AB’ye katılım sürecimizde “biz” ve “onlar” değil, “biz” duygusunu hakim kılacak adımlara ihtiyaç vardır.

4. Genişleme ve komşuluk boyutları birbirini güçlendiren bir çerçevede ele alınabilmeli, “genişleme-komşuluk” ikiliği iyi düşünülmelidir. Türkiye, genişleme ve komşuluk boyutunda Avrupa Projesinin etkisini güçlendiren, AB boyutunda projeyi ileriye taşıyabilen bir denklemde bulunmaktadır.

5. AB geniş bir coğrafyaya bakarken statükoyu besleyen değil, değişimi yönetebilen ve özgüvenle yaklaşabilen bir konumda olduğu müddetçe Avrupa Projesinin cazibesini koruyabilir ve kendi gücünü küresel düzeye taşıyabilir. Değişim yaşayan geniş bir coğrafyada Türkiye’nin AB’ye katılım sürecine ivme kazandırılması, AB’nin de değişime özgüvenle bakabilme yeteneğine kavuşmasına belirleyici bir katkı sağlayacaktır.

6. Avrupa Birliği Bakanlığı tarafından özgüvenle sanki fasılların hepsi açılmış veya açılacakmış gibi hazırlıklar sürdürülmektedir. Önümüzdeki dönemde öncelikli olarak 17 No’lu “Ekonomik ve Parasal Politika” faslı ile 23 No’lu “Yargı ve Temel Haklar” ve 24 No’lu “Adalet, Özgürlük ve Güvenlik” fasıllarının açılması çalışmalarına odaklanılmıştır.

Toplantının ilk gününde ayrıca Marmara Üniversitesi AB Enstitüsü tarafından toplumda Avrupa Birilği algısı üzerine yürütülen ile anket çalışması ile ilgili de bir sunum da yapıldı. Prof. Dr. Muzaffer Dartan, Doç. Dr. E. Serra Yurtkoru, Yrd. Doç. Dr. Emirhan Göral ve Dr. Lale Özdemir tarafından gerçekleştirien "Üniversite Gençliğinde Avrupa Birliği Algısı: Marmara Üniversitesi 2004 ve 2014 Anketlerinin Genel Değerlendirmesi" başlıklı çalışmadan önemli detaylar sunuldu. Ankette Marmara Üniversitesi’nde öğrenim gören 3. sınıf ve üzeri öğrencilere yöneltilen çeşitli sorularla AB ile ilgili güncel meselelere ve Türkiye-AB ilişkilerine yönelik görüşler değerlendirildi. Türkiye’nin AB ile üyelik müzakerelerine başlamasından önce 2004 yılında yine AB Enstitüsü tarafından yapılan anketin devamı niteliğindeki çalışma müzakerelerin başlamasından bu yana geçen süre içinde kamuoyunda, özellikle de üniversite gençliğinde, Avrupa Birliği’ne yönelik bakıştaki değişimi de göstermesi bakımından önem arz ediyor. 

 

 

Toplantının ikinci oturumunda "Avrupa'da Yaşayan Türk Göçmenlerin Hukuki Durumu" ele alındı. Toplantının oturum başkanlığını Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Halûk Kabaalioğlu üstlendi. Oturumda Bremen Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hagen Lichtenberg ve Gent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Marc Maresceau Avrupa'daki Türk göçmenlerin yaşadığı sorunların hukuki değerlendirmesi üzerine birer konuşma yaptılar. 

Toplantının ikinci gününde "Türkiye'den Avrupa'ya Göçün GElecek Nesillere Aktarılması: Türkiye'de Göç Müzesi Kurulması ve Bermerhaven Göç Müzesi Modeli" başlıklı oturumu Bremen Uygulamalı Bilimler Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Muhlis Kenter yönetti. Oturumda konuşmacı olarak Bremerhaven Göç Müzesi'nden Christoph Bonert ve Marmara Üniversitesi'nden Doç. Dr. Yasemin Balcı yer aldı. 

 

Toplantının kapanış oturumunda ise "Türk Göçmenlerin Alman Toplumuna Uyum Zorlukları ve Çözümler" ele alındı. Bremen Göçmenler ve Kültürlerarası Çalışmalar Merkezi Müdürü Ali Eliş'in başkanlığında gerçekleştirilen oturumda Baden-Württemberg Uyum Bakanı Bilkay Öney ve Baden-Württemberg Uyum Bakanlığından Claus Enkler yaşanan zorluklarla ilgili görüşlerini dile getirdiler.

 

HIZLI ERİŞİM